Büyük Patlamadan 10 mikro saniye sonra evren, quark ve gluonlardan oluşan uçsuz bucaksız bir magma halinde. Yaklaşık 20 mikro saniye sonra sıcaklık 1012 derecenin altına düşünce, nükleer yani çekirdeksel güç devreye giriyor ve quarklar üçer üçer birleşip ilk proton ve nötronları oluşturuyorlar. Niye üçer üçer. Aslında rasgele birleşiyorlar fakat ikişer ikişer birleştiklerinde oluşan çift kararsız, hemen sönüyor, sadece üçlü bileşim dayanıklı çıkıyor. “Yukarı” tip iki quark ile “aşağı” tip bir quark bileşip Protonu, “aşağı” tip iki quark ile “yukarı” tip bir quark bileşip Nötronu oluşturuyor. Böylece maddenin özü meydana geliyor.
Evrenin ısısı sonraki 10 dakika içinde, 10 milyar dereceye düşüyor. Bu sürede çekirdeksel kuvvetlerin etkisiyle iki Nötron ile iki Proton birleşip ilk atom çekirdeği olan Helyum çekirdeğini oluşturuyor.
Bu ilk dakikalardan sonra evren artık bayağı soğumuştur. Bunun sonucu çekirdeksel kuvvetlerin etkinliği bitiyor. Evrenin o sıradaki bileşimi %75 Hidrojen, %25 Helyum çekirdeğinden oluşuyor. Artık 300.000 yıl boyunca hiçbir şey olmayacaktır.
Bu süre sonunda sıcaklık 3.000 derecenin altına düşünce, elektromanyetik kuvvet sahneye çıkıyor. Elektronları mevcut çekirdeklerin çevresinde yörüngeye sokarak ilk Hidrojen ve Helyum atomlarını yaratıyor. Böylece serbest elektronların ortadan çekilmeye başlaması evreni saydamlaştırıyor. Işık tanecikleri olan fotonlar artık kozmozdaki madde tarafından artık etkilenmez oluyor, uzayda serbestçe dolaşıp yavaş yavaş bozularak enerjiye dönüşüyorlar. Bu fotonlar bugün hala yaşlanıp bozulmuş olarak uzaydalar ve bunlara fosil ışınımı diyoruz. Halen uzayda her santimetre küpte 403 foton bulunuyor. Bundan sonra evrim ikinci kez mola veriyor. Yeniden harekete geçmesi için yüz milyon yıl beklemesi gerekecektir.
Bu süre sonunda kütlelerin çekim kuvvetleri etkisi devreye giriyor. O zamana kadar homojen olan maddede pıhtılar oluşmaya başlıyor. Elektronlar çekirdekler etrafında yakalanmış olduğundan ortam saydam ve büyük ölçekli yapıların kurulmasına serbesttir. Daha önceleri, maddenin her yoğunlaşma girişimi, fotonların elektronlara yaptığı etki yüzünden sonuçsuz kalıyordu. Şimdi artık madde galaksiler halinde yoğunlaşmayı başaracaktır.
Bu döneme kozmolojinin karanlık çağları deniyor, çünkü neler olduğunu iyi bilemiyoruz. COBE uydusundan alınan gözlemler, o sırada maddenin her noktasının aynı yoğunluk ve sıcaklıkta olmadığını, ortalamanın hafifçe üstünde olan bölgelerin o zaman, galaksiler için “tohum” rolü oynadığını göstermektedir. Bunların uyguladığı çekim kuvveti çevredeki maddenin yavaş yavaş oralara yığılmasına neden oldu. Çığ etkisiyle kütlesi büyüyerek bugün gözlemlediğimiz uzaydaki galaksilerin oluşmasına kadar sürdü.
Bizim Güneş sistemimiz, Samanyolu diye bildiğimiz bir galakside yer alır. Galaksimiz, Andromeda ve Magellan bulutu dahil, yirmi kadar galaksiden oluşan küçük bir yerel kümenin üyesidir.
Bir milyar ışık yılı ölçeğinin üzerinde evren son derece homojendir. Hemen her yeri aynı yoğunlukta madde ile doludur. Evrenin herhangi bir bölgesi, herhangi bir başka bölgesiyle tıpatıp aynıdır.
Böylece Büyük Patlamadan 100 milyon yıl sonra evren bugün bildiğimiz yüzünü gösteriyor. Galaksilerin içinde, madde, çekim kuvvetinin etkisiyle yoğunlaşarak yıldızları oluşturuyor. Bu yoğunlaşma ve sıkışma süreci sıcaklığı yükseltiyor. Böylece yıldızlar, yani güneşler, çevrelerinde sürüp gitmekte olan soğumadan yakayı kurtarmış oluyorlar. Isınıyor ve enerji yaymaya başlıyorlar. Başka deyişle yıldızlar parlamaya başlıyor.
Evren genleşmeye, galaksiler toplu olarak harekete devam ediyorlar. Bunların birbirlerinden uzaklaşmakta olduklarını gözlüyoruz. Bu hareketi oluşturan başlangıç kuvvetinin nedeni ise henüz bilinmiyor. Bu hareketin ne kadar süreceğinin kesin bir yanıtı yok. Ama ne olursa olsun, genleşmenin en az kırk milyar yıl daha süreceğini biliyoruz.
Dünyamızın oluşumuna geçmeden önce buraya kadar söylenen Büyük Patlama ve sonrası gelişmelerin nasıl olup ta bu kesinlikte ifade edilebildiğini merak edebiliriz. Bu arada, Büyük Patlama ( Big Bang) adının, durgun evren modelinin ateşli savunucusu, İngiliz astrofizikçi Fred Hoyle tarafından, bu kuramı öne sürenlere alay olsun diye verildiğini hatırlayalım. Fakat sonraları bu ad tuttu ve yerleşti. Büyük Patlama, her bilimsel kuram gibi bir dizi gözleme ve bunların sayısal değerlerini hesap yoluyla aynen verebilen Einstein’nın genel rölativite matematiksel kuramına dayanıyor.
Aslında biz uzayın sıcaklığını ölçüyoruz. Özellikle uzay sondaları sayesinde bunu büyük bir hassasiyetle yapabiliyoruz. Mutlak ölçekte bu sıcaklık 2,7160 K , yani eksi 270,20 C çıkıyor. Mutlak sıfır ise bilindiği gibi eksi 2730 C . Sıcaklıkla foton sayısı arasında basit bir matematiksel ilişki var. Hesap bize, yukarda belirtilen, 403 ad/cm3 sonucunu veriyor.
Hubble teleskopu 12 milyar ışık yılı uzaklıktaki bir galaksinin, içinde yüzdüğü ışınımın sıcaklığını ölçebildi ve 7,60 K bulundu. Bu sayı Büyük Patlama Kuramının öngördüğü değerle tam uyum içinde. Bu galaksinin ışığının bize gelinceye kadar yaptığı yolculukta sıcaklık yaklaşık 2,70 K‘ ne düşmüş oluyor.
Helyum atomları birer uzay fosilidir. Helyum atomu topluluklarının evrendeki rölatif değerleri, geçmişte en az 10 milyar derecelik bir sıcaklığa ulaştığını gösteriyor ve bu da kuram ile tam uyum içinde.
Ayrıca geceleri gökyüzünün siyah olması da evrenin sürekli evrim halinde olduğuna dolaylı bir kanıt. Bu siyahlık, yıldızların sonsuz geçmişten beri var olmayışından ileri geliyor. 15 milyar yıllık süre, gittikçe açılan evreni ışıkla doldurmaya yeterli değil.
Büyük Patlama senaryosunun da bazı zayıflıkları ve karanlık noktaları var. İleride herhalde bazı değişikliklere uğrayacak, fakat özünün korunacağı sanılıyor. Bu öz şöyle ifade edilebilir: Evren durgun ve durağan değil, gittikçe soğuyor ve seyrelip inceliyor. Madde aşamalı olarak yapılaşıyor ve gelişiyor. Kaostan düzene, yalından karmaşığa, az etkiliden çok etkiliye doğru yavaş yavaş bir gelişme, geçiş var. Evrenin tarihi, tedrici tekamüle uğrayan maddenin tarihidir dersek yanlış olmaz.
Burada bir saptama yapmak isterim. Sanılanın aksine bilim Tanrıyı ve dinleri dışlamıyor. Bilim dogmatik değildir. Büyük patlamadan önce ne vardı, niye Patlama oldu. Bunların yanıtı henüz yok. Bilim, gerçeklerin her zaman bilinenden daha karmaşık olduğunun farkındadır. Verdiğimiz çok güzel ve çok uygun adıyla Yaradan gönlümüzdeki yerini koruyabilir. Fakat bilim ne onun varlığını, ne de yokluğunu kanıtlayabilir. Bu söylem bilime yabancıdır. Bilim sadece görülebilen ve algılanabilen olgularla ilgilenir. Gerisi insan aklının sezgisine, inancına kalmıştır. Onu kendi aklında, gönlünde istediği yere oturtacaktır. Şimdiye kadar ki açıklamalardan ve bundan sonraki bilgilerden de göreceğimiz gibi Evrende her şeyin özü tektir ve aynıdır. Bütün güneş sistemleri, gezegenler ve üzerinde bizim yaşadığımız dünya, bütün canlılar ve bizler aynı bütünün birer parçacıklarıyız. Sadece her canlıda değişik kombinasyonlar var, fakat özümüzde hiç bir önemli farklılık yok. Bundan binlerce yıl önce dahi, bir kısım bilge insanlar bunu bilim yoluyla değil fakat sezgisel akıl yardımıyla fark etmiştir. O günlerde bunu açıkça herkese anlatmak yanlış ve hatta tehlikeli olduğundan, ezoterik bir eğitim sistemi içinde aşama aşama, seçilmiş bazı insanların bu gerçeğin bilincine varmasını amaçlamışlar. Bence bugün de değişen fazla bir şey yok. Bazı düşünceler artık daha rahat açıklanabilir olmasına rağmen, algılama, doğru değerlendirme ve kavrayıp özümseme için benzer aşamalardan geçilmesine hala gerek var. Erken verilen bazı bilgilerin doğru anlaşılamama ihtimali ve belki de ters bir tepki yaratma riski var. İngilizcede bir söz vardır: ”Knowledge comes but wisdom lingers”. Bunu ‘bilgi koşarak gelir fakat aklı hikmet emekliyerek gelir’ diye çevirebiliriz. Pek çok hermetik, kapalı düşünce sistemleri bunu bilerek belli aşamalar veya dereceler düzeni getirmişler. Böylece bilgilerin sadece verilmesi değil, en önemlisi kişisel yorumlarla, sezgi ve düşüncelerle sindirilmesi, özümsenmesi için uygun görülen sistematik bir süreç oluşturmuşlar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder